21 Eylül 2016 Çarşamba

YAŞAMA IŞIK KATAN CÜMLELER...



Yaşama ışık katan cümleler...


Bazen insanlarla yollarımız çok değişik ama yüksek nedenlerle kesişip ayrılabiliyor…

Geçen gün Robert De Niro’nun “The Intern / Stajyer” filmini seyrediyordum. Seyrederken filmde özel bir noktayı fark ettim ve sizlerle paylaşmak istedim. Seyretmeyenler için kısaca bahsedeyim, çok eğlenceli ve içinde küçük, güzel, anlamlı mesajlar taşıyan, insana hoşça vakit geçirten bir film…

Filmin başrollerinde Anne Hathaway ve Robert De Niro var. Anne Hathaway, genç yaşında başarılı bir internet moda satış işi kurmuş iş kadınını, Jules karakterini canlandırıyor. Robert De Niro ise 70 yaşında, 40 yıl aynı şirkette çalışıp daha sonra emekli olmuş, çok sevdiği eşi de ölünce yalnız kalmış, her tür hobi ve faaliyeti denemiş ama herhangi bir şey üretmeyince son derece sıkılmış bir karakteri, Ben’i oynuyor. Onların yolu, Jules’un şirketinin, yaşlı bir stajyeri, bir sosyal sorumluluk projesi çerçevesinde işe almak istemesiyle kesişiyor. Ben, şirkete stajyer olmak için başvuruyor ve sonunda kendisini şirketin sahibi ve kurucusu olan Jules’un stajyer asistanı olarak buluyor…

Film, yaşlı ve emekli Ben’in şirkette çok sevilmesi, herkese deneyimleri ve fikirleriyle yardımcı olmasıyla neşeli ve eğlenceli bir şekilde devam ediyor…



Filmin önemli noktalarından biri ise, Jules’a şirketin geleceği için, işe bir CEO alması gerektiği ve şirket idaresini ona bırakması gerektiği söylendikten sonra, aslında çok istemese de, sırf evliliğini kurtarmak ve eşine daha çok vakit ayırabilmek adına Jules’un bu işe girişmesi… Aslında yüreğinde istemediği bir şeyi yapmaya çalışıyor Jules… Ve bu da elbette ki onu üzüyor…

İşte Ben burada devreye giriyor ve ona bunun Jules’un asıl isteğinin olmadığını, kalbinin sesine kulak vermesini ve gerçekte ne istiyorsa onu yapmasını söylüyor. Filmde ona, işini çok severek kurduğunu, idare ettiğini ve şirket idaresini çok da başarılı bir şekilde sürdürdüğünü ve onun hayali olan bu işi, hiçbir CEO’nun onun kadar severek yapamayacağını anlatıyor…

Aslında kızın kendisinin de bildiği bir şeyi, Ben ona hatırlatıyor ve belki de yaşamında kaderinin önemli bir dönüm noktasında, onun yanlış bir şey yapmasına engel oluyor…

Jules bambaşka bir yola, aslında istemediği halde girecekken, Ben’in hatırlatmasıyla girmiyor ve sevdiği işini, yine sevdiği şekilde yapmaya devam etme kararı alıyor.

Yaşamda bazen bir insan, sırf bize kendi yaşamımızla ilgili çok önemli bir noktayı hatırlatmak için karşımıza çıkar, o hatırlatmayı yapar ve sonra yaşamımızdan çıkıp gider…

Yolumuz onunla aslında sadece o hatırlatma için kesişir.



Bu tek bir cümle, ya da birlikte geçirilen tek bir saat bile olabilir. Biz o cümleyi duyarız, o kişi görevini yapar ve sonra herkes kendi yoluna gider…

Hiç, bir kafede tanımadığınız biriyle birkaç cümle konuştuğunuz olmadı mı?

Ya da bir iş arkadaşınızın sizi başka bir arkadaşıyla tanıştırdığı ve sadece bir kerelik bir ortamda bir araya gelip sohbet ettiğiniz ve o sohbette size aklınıza takılan bir sorunun cevabını, şaşırtıcı şekilde verdiği…

Sizin, bilmek istediğiniz bir cevabı, rastlantısal gibi görünen bir şekilde başka, hatta bazen yabancı birinden duyduğunuz?

Ya da aynı şeyi sizin bir başkasına yaptığınız. Onun ihtiyacı olan bir şeyi sizin ağzınızdan duyduğu…

Tanrı’nın yolları sonsuzdur. Siz saf niyetle bilmek istediğinizde, evrensel işaretler, cevaplar size her yerden gelebilir.

İşte yolumuzun kısa bir süre için kesiştiği bazı insanlar da bu sonsuz yollardan bize gelen cevapları bize getirenlerdir.

Burada dikkat edilmesi gereken nokta elbette ki o kişilerin sözlerinin yüreğimize ferahlık vermesi, mutluluk, huzur, neşe hissettirmesi… Yani ışık ve sevgi içermesi… İçimizi aydınlatıyorsa cevaplar tanrısaldır ve yolumuza ışık tutacak cevaplardır.

Yüreğimizde yankı bulan cevaplardır gerçek olanlar…

Bir gün çalışmalarımdan birine yaşlı bir hanım geldi…

Yakın çevresiyle sorunlar yaşadığını anlattı, birçok konuyu kafasına takmış, dert etmişti. Üzgün ve kızgındı. Desteği olmadığını düşünüyordu.

Çalışma onu rahatlattı. O sakinleşti, üzüntüsünün yavaşça geçtiğini ikimiz de fark ettik.

Ona gerçekten şefkat duymuştum…

Asansöre kadar geçirdim ve ayrılırken sarıldım. Sonra elini tutarak şöyle dedim: “Merak etmeyin, Allah büyük !”  Kadın bana döndü, baktı ve şöyle dedi; “Evet, büyük, değil mi…” O an o kadar özel bir andı ki anlatamam… İkimizin de gözlerine yaşlar doldu… İkimizi de Tanrı’nın sevgisi doldurdu… Bunu iliklerime kadar hissettim. Sonra asansöre bindi ve gitti…

O an, o yaşlı hanım, Tanrı’nın onun da, herkes gibi, yanında olduğunu hissetti. Ben ona o an, kalbimden geçen sözleri söyleyivermiştim. Anladım ki bu ağzımdan çıkan son sözler, ona Tanrı’ya her şartta güvenmesini hatırlatmıştı… Tanrı’nın, onunla olduğunu…

Ben o gün şöyle düşünmüştüm: Çalışmada üzüntüsünün geçmesinin ve kendisini daha iyi hissetmesinin yanı sıra o adeta, benim ona asansöre binerken söylediğim sözleri duymak için de gelmişti… Onun bu sözleri duyması, Tanrı’yla birlikteliğini, Tanrı’nın her daim yardım isteyene yardım ettiğini hatırlatmıştı ona… Desteği olmadığını zannettiği için üzülen o yaşlı hanıma aslında ben, en büyük desteğin, yani Tanrı’nın daima onunla olduğunu hatırlatmıştım…

Bu harika ilahi oyunda, dünyada, hepimiz aslında el ele yürüyoruz. Bazen hayat boyu birileriyle… Bazen kısa süre için…

Ve karşımıza bazen sadece duymamız gereken cümleler için çıkıyor insanlar…

Ben’in filmde Jules’un karşısına çıktığı ve yaşamını yanlış bir şey yapmaktan koruyacak cümleleri ona söylediği gibi…

Sevgi taşıyan, kalpte yankı bulan ve yaşama ışık katan cümleler için…


Sevgiyle,

İpek Cihan Bilgin






İpek Cihan Bilgin’in web sitesi:








Blogtaki tüm yazıların yayın hakları saklıdır
(c) copyright İpek Cihan Bilgin


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder