Yaşama ışık katan cümleler...
Bazen insanlarla yollarımız çok değişik ama yüksek
nedenlerle kesişip ayrılabiliyor…
Geçen gün Robert De Niro’nun “The Intern / Stajyer” filmini
seyrediyordum. Seyrederken filmde özel bir noktayı fark ettim ve sizlerle
paylaşmak istedim. Seyretmeyenler için kısaca bahsedeyim, çok eğlenceli ve
içinde küçük, güzel, anlamlı mesajlar taşıyan, insana hoşça vakit geçirten bir
film…
Filmin başrollerinde Anne Hathaway ve Robert De Niro var.
Anne Hathaway, genç yaşında başarılı bir internet moda satış işi kurmuş iş
kadınını, Jules karakterini canlandırıyor. Robert De Niro ise 70 yaşında, 40
yıl aynı şirkette çalışıp daha sonra emekli olmuş, çok sevdiği eşi de ölünce
yalnız kalmış, her tür hobi ve faaliyeti denemiş ama herhangi bir şey
üretmeyince son derece sıkılmış bir karakteri, Ben’i oynuyor. Onların yolu,
Jules’un şirketinin, yaşlı bir stajyeri, bir sosyal sorumluluk projesi
çerçevesinde işe almak istemesiyle kesişiyor. Ben, şirkete stajyer olmak için
başvuruyor ve sonunda kendisini şirketin sahibi ve kurucusu olan Jules’un
stajyer asistanı olarak buluyor…
Film, yaşlı ve emekli Ben’in şirkette çok sevilmesi, herkese
deneyimleri ve fikirleriyle yardımcı olmasıyla neşeli ve eğlenceli bir şekilde
devam ediyor…
Filmin önemli noktalarından biri ise, Jules’a şirketin
geleceği için, işe bir CEO alması gerektiği ve şirket idaresini ona bırakması
gerektiği söylendikten sonra, aslında çok istemese de, sırf evliliğini
kurtarmak ve eşine daha çok vakit ayırabilmek adına Jules’un bu işe girişmesi…
Aslında yüreğinde istemediği bir şeyi yapmaya çalışıyor Jules… Ve bu da elbette
ki onu üzüyor…
İşte Ben burada devreye giriyor ve ona bunun Jules’un asıl
isteğinin olmadığını, kalbinin sesine kulak vermesini ve gerçekte ne istiyorsa
onu yapmasını söylüyor. Filmde ona, işini çok severek kurduğunu, idare ettiğini
ve şirket idaresini çok da başarılı bir şekilde sürdürdüğünü ve onun hayali
olan bu işi, hiçbir CEO’nun onun kadar severek yapamayacağını anlatıyor…
Aslında kızın kendisinin de bildiği bir şeyi, Ben ona
hatırlatıyor ve belki de yaşamında kaderinin önemli bir dönüm noktasında, onun
yanlış bir şey yapmasına engel oluyor…
Jules bambaşka bir yola, aslında istemediği halde
girecekken, Ben’in hatırlatmasıyla girmiyor ve sevdiği işini, yine sevdiği
şekilde yapmaya devam etme kararı alıyor.
Yaşamda bazen bir insan, sırf bize kendi yaşamımızla ilgili
çok önemli bir noktayı hatırlatmak için karşımıza çıkar, o hatırlatmayı yapar
ve sonra yaşamımızdan çıkıp gider…
Yolumuz onunla aslında sadece o hatırlatma için kesişir.
Bu tek bir cümle, ya da birlikte geçirilen tek bir saat bile
olabilir. Biz o cümleyi duyarız, o kişi görevini yapar ve sonra herkes kendi
yoluna gider…
Hiç, bir kafede tanımadığınız biriyle birkaç cümle
konuştuğunuz olmadı mı?
Ya da bir iş arkadaşınızın sizi başka bir arkadaşıyla
tanıştırdığı ve sadece bir kerelik bir ortamda bir araya gelip sohbet ettiğiniz
ve o sohbette size aklınıza takılan bir sorunun cevabını, şaşırtıcı şekilde
verdiği…
Sizin, bilmek istediğiniz bir cevabı, rastlantısal gibi
görünen bir şekilde başka, hatta bazen yabancı birinden duyduğunuz?
Ya da aynı şeyi sizin bir başkasına yaptığınız. Onun
ihtiyacı olan bir şeyi sizin ağzınızdan duyduğu…
Tanrı’nın yolları sonsuzdur. Siz saf niyetle bilmek
istediğinizde, evrensel işaretler, cevaplar size her yerden gelebilir.
İşte yolumuzun kısa bir süre için kesiştiği bazı insanlar da
bu sonsuz yollardan bize gelen cevapları bize getirenlerdir.
Burada dikkat edilmesi gereken nokta elbette ki o kişilerin
sözlerinin yüreğimize ferahlık vermesi, mutluluk, huzur, neşe hissettirmesi…
Yani ışık ve sevgi içermesi… İçimizi aydınlatıyorsa cevaplar tanrısaldır ve
yolumuza ışık tutacak cevaplardır.
Yüreğimizde yankı bulan cevaplardır gerçek olanlar…
Bir gün çalışmalarımdan birine yaşlı bir hanım geldi…
Yakın çevresiyle sorunlar yaşadığını anlattı, birçok konuyu
kafasına takmış, dert etmişti. Üzgün ve kızgındı. Desteği olmadığını
düşünüyordu.
Çalışma onu rahatlattı. O sakinleşti, üzüntüsünün yavaşça
geçtiğini ikimiz de fark ettik.
Ona gerçekten şefkat duymuştum…
Asansöre kadar geçirdim ve ayrılırken sarıldım. Sonra elini
tutarak şöyle dedim: “Merak etmeyin, Allah büyük !” Kadın bana döndü, baktı ve şöyle dedi; “Evet,
büyük, değil mi…” O an o kadar özel bir andı ki anlatamam… İkimizin de
gözlerine yaşlar doldu… İkimizi de Tanrı’nın sevgisi doldurdu… Bunu iliklerime
kadar hissettim. Sonra asansöre bindi ve gitti…
O an, o yaşlı hanım, Tanrı’nın onun da, herkes gibi, yanında
olduğunu hissetti. Ben ona o an, kalbimden geçen sözleri söyleyivermiştim.
Anladım ki bu ağzımdan çıkan son sözler, ona Tanrı’ya her şartta güvenmesini
hatırlatmıştı… Tanrı’nın, onunla olduğunu…
Ben o gün şöyle düşünmüştüm: Çalışmada üzüntüsünün
geçmesinin ve kendisini daha iyi hissetmesinin yanı sıra o adeta, benim ona
asansöre binerken söylediğim sözleri duymak için de gelmişti… Onun bu sözleri
duyması, Tanrı’yla birlikteliğini, Tanrı’nın her daim yardım isteyene yardım
ettiğini hatırlatmıştı ona… Desteği olmadığını zannettiği için üzülen o yaşlı
hanıma aslında ben, en büyük desteğin, yani Tanrı’nın daima onunla olduğunu
hatırlatmıştım…
Bu harika ilahi oyunda, dünyada, hepimiz aslında el ele
yürüyoruz. Bazen hayat boyu birileriyle… Bazen kısa süre için…
Ve karşımıza bazen sadece duymamız gereken cümleler için
çıkıyor insanlar…
Ben’in filmde Jules’un karşısına çıktığı ve yaşamını yanlış
bir şey yapmaktan koruyacak cümleleri ona söylediği gibi…
Sevgi taşıyan, kalpte yankı bulan ve yaşama ışık katan
cümleler için…
Sevgiyle,
İpek Cihan Bilgin
İpek Cihan Bilgin’in web sitesi:
Blogtaki tüm yazıların yayın hakları saklıdır
(c) copyright İpek Cihan Bilgin
(c) copyright İpek Cihan Bilgin
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder