30 Ağustos 2021 Pazartesi

Çocuklardan öğrenmek...


Çocuklar büyüklerden öğrenirken biz büyükler de çocuklardan mı öğreniyoruz ve aslında doğruyu, gerçek sevgiyi, saf bir kalbi hatırlıyoruz?

Küçük bir çocukla birlikte çokça vakit geçirdiğinizde öncelikle her an tüm dikkatiniz ‘an’da oluyor. Ne geçmiş ne gelecek var o an. Sadece şimdidesiniz. 

Ben minik prensesim Linda’yla nereye gidersem gideyim onun o an olduğumuz yerdeki her şeyi nasıl güzel gözlemlediğine, fark ettiğine tanık oluyorum. Biz büyüklerin aklında binbir düşünceyle kaçırdıklarını minik kalpler kaçırmıyor, fark ediyor… Sen de çocuk kalbiyle birlikte aktığında o anın tüm keyfine varabiliyorsun… Bakıyorsun dalda bir karga dalı gagalıyor, ya da bastığın yer toprak, üstünde kurumuş yapraklar var, yürürken hışırdıyor…

En son yürüdüğünüz zemini ne zaman fark ettiniz? Ya da geçtiğiniz yolda sağınızda kalan ağaçları? Dallarında hangi kuşların olduğunu?

Bizim eğitimlerle tekrar kazanmaya çalıştığımız farkındalık, anda olma hali,  küçük çocuklarda doğal olarak var. Demek ki biz insanlar aslında çocukken özümüze daha yakınız ve büyüdükçe toplum ve diğer insanlardan öğrenip uzaklaşıyor, dünya sistem çarkına yavaş yavaş adapte oluyoruz… Sonra da tekrar özümüze dönmeye çalışıyoruz. Oysa çocuklar zaten öyleler.

Ayrıca çocuklarda gözlemlediğim biz büyükler eğer onları korkutmazsak onlar gerçekten doğaya, insanlara ve hayvanlara karşı çok sevgi dolular… Bu da işte yine özümüzde olan, doğal olan…

Çocuklarda fark ettiğim bir başka güzellik de onların toplumun dayatma değerlerinden uzak olması. Onlar kalplerinden geçtiği gibi, doğal istekleriyle yaşıyorlar, yargıları yok.

Yargı da malesef ki büyüklerden öğreniliyor… Mesela bir yere mi gideceğiz, Linda bakıyorum ne isterse onu giyip takıyor… Bu tokayı ayıplarlar, bu kıyafeti komik bulurlar demiyor… O an kendi ne istiyorsa, toplum bakışından bağımsız onu giymek veya takmak istiyor… Ona bakıp genelde şöyle düşünüyorum ve hatırlıyorum ben de: Bize ne giyeceğimizi, hangi renklerin doğru olduğunu kim söylüyor? Neden mesela renkli tüllü uzun bir elbiseyle baloya gider gibi giyinip markete gidemiyoruz? Gülerler çünkü değil mi? Neden? Çünkü moda değil, çünkü aykırı… Kim bunu bu şekle getirmiş? Moda’yı, giyim kurallarını dayatmış?

Geçen gün dışarı çıkarken Lindoş iki farklı renkte fiyonklu tokayı saçına takıverdi, üstelik bir tane de zaten saçında takılıyken… Tabi aklıma toplumdan öğrenilmiş türlü türlü şeyler geldi… Hepsinin geçip gitmesine izin verdim aklımdan… O nasıl gitmek istiyorsa öyle gitmesi düşüncesini seçtim. O öyle mutluydu… Ben de mutluluğuna eşlik ettim.

Ama işte tüm bunları da yazmak istedim o an. Sizlerle birlikte hatırlayalım diye… Özümüzden gelen, doğal akışta olanları, yüreğimizin saf sevgisini, bize getirdiği neşeyi… Çocuksu masumiyeti birlikte hatırlayalım bir kez daha… Ve ona sahip çıkalım…

Sokağa balo elbisesiyle çıkalım demiyorum… (Çok istiyorsanız da yaparsınız neden olmasın?…) Özgürce, sevgiyle, kalpten gelen şekilde, çocuk masumiyeti, neşesiyle yaşayalım, hayatın içinde anın keyfine vararak yaşayalım, özümüz olup akalım diyorum…

Sevgiyle,

İpek Cihan Bilgin



 

İpek Cihan Bilgin’in web sitesi:


http://www.duygusalarinma.com
http://icbakademi.com/


Blogtaki tüm yazıların yayın hakları saklıdır


(c) copyright İpek Cihan Bilgin


19 Ağustos 2021 Perşembe

Haydi müzik festivali zamanı...

 



İKSV (İstanbul Kültür ve Sanat Vaktı) tarafından organize edilen 49. İSTANBUL MÜZİK FESTİVALİ dün akşamki açılış konseriyle başladı…

https://muzik.iksv.org/tr

Bu yılki doğayla ilgili özel teması nedeniyle ve kültürün, sanatın ve müziğin hayatımızda ne kadar önemli olduğunu düşündüğüm için, özellikle bu festival ve açılış konseriyle ilgili düşüncelerimi yazmak istedim ben de…

İki yıldır pandemi nedeniyle bir konsere gidememiştim ama konserler tekrar başlayınca, İKSV’nin pandemi önlemlerine ciddi şekilde uyacağına inandığımdan Cemil Topuzlu Açık Hava Tiyatrosu’ndaki konsere rahat rahat gittim.



Gerçekten de güvenimi boşa çıkarmadılar. Pandemi yönetmeliği gereği doluluk oranı 50% tutulmuş ve koltuklar bir dolu bir boş olacak şekilde organize edilmişti. Dolayısıyla hem önünüz, hem yanınız, hem arkanız boş kalıyor, dama oyunundaki taşlar gibi… İnsanlarla aranızda doğal olarak rahat bir mesafe kalmış oluyor…

Ayrıca konser sırasında maskeleri de, anonslarla bildirildiği üzere, hiç çıkarmadık…

Konserden önce Toprak Sergen sahneye (doğayı temsilen elinde bir saksı çiçekle) çıkarak festival açılışını yaptı, festival programını anlattı ve açılış konuşmasını yapmak üzere İKSV vakfı başkanı Bülent Eczacıbaşı’nı sahneye davet etti…

“BAŞKA BİR DÜNYA MÜMKÜN” temalı festivalin açılış konuşması da doğayla ilgili teması kadar güzeldi bence… Şu sözlerle tamamladı Eczacıbaşı konuşmasını:

“Dünyamızın yaralarını hep birlikte saracağımıza, yaşamı kültür, sanat ve müzik aracılığıyla iyileştireceğimize, geleceğe yaratıcılığın aydınlığı ve heyecanıyla yön vereceğimize gönülden inanıyor, hepinize umudunuzun güçleneceği, doyurucu bir festival diliyorum,”

Sonrasında festivale destek veren T.C. Kültür Bakanlığı, İstanbul Büyük Şehir Belediyesi, Kültür A.Ş gibi kurum ve kuruluşlara teşekkür plaketleri verildi.

Açılış gecesinde ayrıca bir de ödül kısmı vardı… Bu yılki onur ödülü doğu ve batı medeniyetleri arasında elçi görevi gören uluslararası besteci ve keman virtüözümüz Prof. Cihat Aşkın’a verildi… Genç sanatçı teşvik ödülünü de keman sanatçısı Alican Süner aldı… Yaşam boyu onur ödülü ise bu yıl Letonya’lı besteci Peteris Vasks’a verildi.

Açılış gecesi, şef Aziz Shokhakimov ‘un yönetimindeki Tekfen Filarmoni Orkestrası ve günümüzün ünlü piyanistlerinden Anna Vinnitskaya’nın konseriyle devam etti…

Konserde Dimitri Şostakoviç’in Piyano Konçertosu no.1, Do minör, op.35 ve Caz Orkestrası için Süit no.2 eserleri ile Sergey Prokofiev’in Piyano Konçertosu no.1, Re bemol Majör, op.10 başlıklı eserleri seslendirildi.

Ayrıca Andre Rieu sayesinde popüler olan, benim de pek çok kişi gibi sevdiğim, Şostakoviç’in 2.valsi’ni de seslendirdiler konserde. Çok neşeli, canlıdır 2.Vals, insana gerçekten dans etme isteği verir…

Gecenin sonunda genel olarak baktığımda, tüm organizasyonu ve konseri çok güzel organize edilmiş buldum…

Bende gerçekten güzel izlenim bıraktılar… Festlival 16 Eylül’e kadar devam edecek aklınızda olsun… Çok güzel, farklı konserler var programlarında…

Konserin dağılma kısmında izdiham olur mu diye düşünmüyor değildim, ama o kısım da güzel ayarlandı ve insanlar mesafeler bırakarak ayrıldılar salondan genel olarak…

Bu yıl, ülkemizde 1500 müzisyenin intihar ettiğini söylemişti bir arkadaşım pandemide işsiz kaldıkları için…

Çok üzücü gerçekten…

Şimdi normalleşme dönemine geçtik, konserler tiyatrolar başladı… Açık havada hepsi de bildiğim kadarıyla…

Bence kendimizi riske atmadan, önlemlerin iyi alındığını düşündüğümüz yerlere, kültür ve sanat etkinliklerine gidebiliriz artık… Gidelim de…

Pandeminin yaralarını el birliği ile saralım…

Ayrıca Bülent Eczacıbaşı’nın dediği gibi, doğa ve dünyaya verdiğimiz hasarların da yaralarını artık sarma ve yapılanları düzeltme zamanı…

Tüm bunları el birliği ile yapacağız… Elele vererek… Çalışarak, çabalayarak, birbirimize destek olarak…

Birbirimizin hayatlarına sevgiyle dokunarak…

Bu dünyayı düzeltmemiz, Başka Bir Dünya oluşturmamız Mümkün…

Bir yerlerden başlayalım…

Ve bu arada da müzikle ruhumuzu doyurmayı, yükseltmeyi unutmayalım…

Haydi müzik festivali zamanı…


Bir de küçük not: Açılış gecesine İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Sn. Ekrem İmamoğlu, eşi Dilek İmamoğlu ile birlikte geldi… Onlarla ilgili de gözlemlerim, salona çok sade bir şekilde geldiler, koruma ordusu falan yoktu, salonu ve izleyicileri rahatsız eden ortamı değiştiren hiçbir şey olmadı. İBB adına teşekkür plaketini almak üzere İmamoğlu sahneye davet edildiğinde salonda büyük bir alkış koptu, sahneye tüm çıkanlar arasında en coşkulu alkışlanan o oldu… Ne kadar çok seviliyor diye düşündüm bu alkış karşısında…

Ayrıca, İmamoğlu tüm konseri pür dikkat izledi… Hem de öylesine izlemediğini, severek dinlediğini gözlemledim ben. Çünkü Şostakoviç’in 2. Valsi sırasında hem ayağıyla nazikçe tempo tutarak, hem de başıyla hafifçe sallanarak müziğe eşlik etti. Eşi Dilek İmamoğlu da keza onun gibi başıyla eşlik etti müziğe…

Biz siyasette böyle samimi insanlara ne kadar hasret kalmışız… Onun konsere eşlik edişini ben çok samimi ve sıcak buldum… Kültüre, sanata değer veren, halkın içinde, halktan biri olarak yer alan, samimi bir şekilde duygularını gösteren, iyi niyetli siyasetçilerin hep olması ve daha da artması dileğim…


Sevgiyle,

İpek Cihan Bilgin





İpek Cihan Bilgin’in web sitesi:


http://www.duygusalarinma.com
http://icbakademi.com/


Blogtaki tüm yazıların yayın hakları saklıdır


(c) copyright İpek Cihan Bilgin

16 Ağustos 2021 Pazartesi

Mutlu olmak için ne çok sebebimiz var aslında...


Barbara Ann Kipper’in “14000 Things To Be Happy About” (Mutlu Olmak için 14000 Sebep) kitabını yıllar evvel almıştım…

Ben kendimi mutsuz hissettiğim zamanlar bir mutluluk listesi hazırlardım kendime… Bunu neredeyse ergenlik çağlarımdan beri yapardım. Beni mutlu eden şeyleri ya da gitmeyi sevdiğim yerleri listelerdim… Mutsuzluğun içinde bunları hatırlamak bana bir farkındalık yaratır ve oradan çıkmamı sağlardı…
İnsanın mutsuz olması çok insanca zaman zaman, ama orada öylece durmaya gerek yok bence, kim mutsuz kalmak ister ki… Sebeplerini bulmak ve o mutsuzluktan aydınlığa, feraha çıkmayı seçmek önemli olan… Sonrası geliyor zaten insan yolunu buluyor, çözümlere de ulaşıyor…
Benim listemde gökyüzü, deniz, çilekli dondurma, müzik, çiçekler, ağaçlar, park, deniz kenarı gibi şeyler olurdu… Tabi daha bir sürü şey var ama bunlar örnek…
Sonra bir gün bir baktım ve gördüm ki bir yazar benim yaptığım şeyi yapıyormuş… Barbara Ann Kipper… Ve yıllarca yazdığı kelimeleri bir kitapta toplamış… Kitapta onu mutlu eden 14000 şey var…
Kitapla karşılaşınca bile içimi neşe kaplamıştı çok iyi hatırlıyorum ve almıştım kitabı…
Başucumda durur yıllardır…
Bugün sizlere bahsetmek istedim bundan… Hayatta o kadar çok şey yaşanıyor ki, pek çok olumsuzluğa tanık olabiliyoruz… Bazen üst üste gelebiliyor… Zaten hala pandemiden de çıkamadık (çıkacağız ama)… Hala bir mücadele veriliyor…
İşte hayatta karşılaştığımız mutsuzluklara rağmen, mutlu olmayı, iyi hissetmeyi seçmek en doğrusu, buna herkesin ihtiyacı var zaten…
O yüzden iyi şeyleri duymak, hayatımızdaki iyi şeyleri, mutlu eden öğeleri hatırlamak, bunun farkındalığı çok değerli…

Yaşamda bizi mutlu eden ama bazen kanıksadığımız, fark etmediğimiz anlamlı ve güzel belki binlerce şey var…

Bunları yazıp listelediğimizde, yazmasak bile durup şöyle bir düşündüğümüzde, göreceğiz ki onları hatırlamak, fark etmek bile bize bir aydınlık, mutluluk katıyor…

Haydi hep birlikte bir durup hatırlayalım hayatımızdaki mutlulukları…
Bakın göreceksiniz ne kadar iyi gelecek…

Sevgiyle,
İpek Cihan Bilgin




İpek Cihan Bilgin’in web sitesi:


http://www.duygusalarinma.com
http://icbakademi.com/


Blogtaki tüm yazıların yayın hakları saklıdır


(c) copyright İpek Cihan Bilgin

10 Ağustos 2021 Salı

Hayatta hangisi önemli? Çocuğunuzun varlığı mı, okul veya sınav notları mı?



Aslında bu yazıyı geçen hafta yazmayı planlamıştım ama araya üzücü bir şekilde güney sahillerimizdeki yangın konuları girince çevre ile ilgili yazımı sizlerle paylaşmıştım…

Bugünkü yazımı özellikle tüm ebeveyn arkadaşlar için yazmak istiyorum…

Beni birkaç ay önce bir gün bir anne aradı. Sizlere daha önce bir yazımda da kısaca bahsetmiştim… Bu anne, bir ay önce, genç bir yaştaki tek çocuğunu kaybetmiş… Çocuğu bir hastalıktan vefat etmiş…

Ben o annenin acısını neredeyse tüm hücrelerimde hissettim. Eminim yaşaması daha farklıdır, kimseye Allah yaşatmasın dilerim… Öyle bir acı yani… Ona söyleyecek kelimeler zor buldum… Teselli etmesi gerçekten çok zor bir durum.

Bana ölüm ve kayıp yaşamış pek çok kişi çalışmaya geldi bugüne dek… Çocuğunu kaybetmiş olanlar da… Yas için, o acıyı hafifletecek çalışmalar yaptık… İşe de yaradı… Yarar da her zaman…

Ama bu annenin farkı acısı çok yeni olanlardan olmasıydı… Öyle durumda o kişiyi öncelikle sadece anlayabilir, tüm şefkatinizle yanında olduğunuzu, onu anladığınızı hissettirirsiniz… Paylaşmak, konuşmak kişiye iyi gelir…

Bu yas konusuna daha fazla girmeyeceğim… Ama size söylemek istediklerimle bağlantılı bu konu…

Geçtiğimiz haftalarda üniversite sınavlarının sonuçları geldi biliyorsunuz. Çevremde üniversiteye hazırlanan çocukları olan kişiler, dostlar var.

Çocukların kimisi iyi puanlar tutturmuş, kimisi tutturamamış…

Sevgili arkadaşlar, belki sizlerden de bu durumda olan aileler vardır, çocukları sınava girmiş olanlarınız vardır diye sizlere de fikirlerimi söylemek istedim.

Bakın ülkemizde geçtiğimiz hafta çok acı orman yangınları yaşandı, pek çok köy, ev yandı… İnsanları kaybettik, hayvanlar öldü… Pek çok can zarar gördü… O paniği yaşayan insanların, evlerini eşyalarını, hayvanlarını kaybeden insanların hayatları değişti bir günde belki de…

Bizler de çeşitli şekillerde tanık olduk o olaylara… Yangın nedeniyle evlerini boşaltıp günlerce sahilde yatan aile dostlarım var benim…

Şimdi o olayları düşününce, ya da çocuğunu kaybetmiş o annenin acısını görünce, insan üniversite sınavından düşük puan olan çocuğuna bakıp “İyi ki hayatta, sağlıklı, çok şükür yanımda.” demez mi… Bence der…

Demeli de… Çünkü sınavlar tekrarlanır, yeniden girilir, bugün olmazsa diğerinde kazanılabilir. Ama giden hayatlar geri gelmez…

Benim çalışmalarıma gelen ünlü bir mimar, üniversite sınavına 5 kez girmiş ve en son 5.de kazanmış… Sonra da çok iyi bir mimar olmuş…

Yani hayat insana tekrar tekrar fırsatlar da veriyor… Sınavlar, dediğim gibi, tekrarlanabiliyor.

O nedenle, sizlerden de okuyan çocukları olanlar, üniversite sınavına girmiş olan çocukları olanlar varsa hatırlatmak isterim ki, hayatta en önemlisi o çocukların hayatta ve sağlıklı olması…

Üniversite sınavı ve üniversitelerin ya da okul hayatının çocuğun geleceği için iyi bir hayat kurması için çok önemli olduğunu düşünebilirsiniz. Buna katılırım elbet. Ama yine de diyorum ki her şeyden önemli değil, canından sağlığından, bir damla göz yaşından önemli değil hiçbiri…

Tabiri caizse, estek köstek, ittire kaktıra okuyan ama sonra hayatta çok başarılı olan pek çok insan tanıyorum.

Bir arkadaşım, matematik sınavından kötü not alan 9 yaşındaki çocuğuna örnek olarak kendisinin sınıf arkadaşı olan ünlü bir iş insanını göstermiş üzülmemesi için… Demiş ki “Ben hep 100 alırdım, o 50-60’la geçerdi, ama sonra hayatında ileriki yıllarda çok başarılı oldu.  Üzülme, biraz daha çalışırsın daha iyisini de yapabilirsin…” Çocuğuna bahsettiği o arkadaşı sonrasında bir şirketler grubunun sahibi olmuş…

İnsanların farklı yetenekleri olabilir, zekaları farklı şekilde çalışabilir. Evet okul çok önemli, ama hepimiz biliyoruz ki okul başarısı da hayat başarısına paralel olmayabiliyor…

İşte bugün sizlere bu yazımla, bu anlattıklarımla bir küçük hatırlatma yapmak istedim.

Lütfen okulla ilgili çocuklarınıza gerektiği gibi destek olun ama onları baskıya sokmayın, zorlamayın, ya da okul için üzülmeyin, üzmeyin…

Sınavdan kötü not mu almış, alsın varsın, çalışır gene yapar… Daha iyisini yapar…

Yeter ki sağlığı yerinde olsun… Yanınızda olsun…

Çocuğunuza, çocuklarınıza sarılın… Sonsuz sevginizle sarılın…

Çünkü hayatta en önemlisi onların varlıkları…

 

Sevgiyle,

İpek Cihan Bilgin



İpek Cihan Bilgin’in web sitesi:


http://www.duygusalarinma.com
http://icbakademi.com/


Blogtaki tüm yazıların yayın hakları saklıdır

Foto: https://crello.com/tr/unlimited/stock-photos/320398132/stock-photo-high-angle-view-smiling-mother/


(c) copyright İpek Cihan Bilgin

6 Ağustos 2021 Cuma

Doğa bize ne mesaj veriyor?

 


"Mükemmel değil, merhametli çocuklar yetiştirin. Karıncaları ezmeyen, ağaç dallarını kırmayan, çiçekleri ezip geçmeyen, sevgiyi hissetmeyi ve hissettirmeyi bilen çocuklar."

Ne güzel demiş Doğan Cüceloğlu, tam da işte dünyanın öyle çocuklara, yeni yetişecek öyle nesillere ihtiyacı var… Biz dünyanın, doğanın parçasıyız ama efendisi değiliz. Biz olmasak da dünya devam eder, ama dünya olmasa biz devam edemeyiz insanlık olarak…

Son zamanlarda yaşadıklarımız, Marmara denizinin kirlenişi, müsilaj olayı, küresel ısınmayla sıcaklığın artması ve sadece ülkemizde değil dünyanın her yerinde artan orman yangınları, hatta yaşadığımız pandemi bize insanlık olarak dünyaya, doğaya ne kadar zarar verdiğimizi göstermiyor mu? Biz dünyayı kirlettikçe, insanlık olarak onu korumayıp zarar verdikçe doğa da bize tepkisini göstermeye devam eder ve zarar gören belki en çok yine bizler oluruz.

 İşte bu geri dönüşler bizi, insanlığı uyandırmalı artık.

 Ders çıkarmalı insanoğlu bundan…

Doğaya saygı ve sevgi duymayı, onunla uyum içinde yaşamayı, doğaya ve her zerresine özen göstermeyi hatırlamalı, bunun önemini fark etmeli. Gerçek bir doğa bilincine sahip olup, o şekilde yaşamalı.

İnsanoğlu, tüm bunları hatırladığında, uyanıp bilinçlendiğinde, işte o zaman tüm hayatı değiştirebilecek, dünyayı koruyup daha iyiye götürebilecek… Yeryüzünün cennet doğasında yaşamını en güzel şekilde mutlulukla, sağlıkla sürdürebilecek…

O gün hayal değil, ben inanıyorum. Umudum hep var ve olacak…

Gerçekleştiğini göreceğiz hep birlikte…

Güney sahillerimizde bugünlerde yaşanan yangınları söndürmek için insanların birleşmeleri, gönüllü büyük çabaları, hep beraber verdikleri emek, uğraş, evlerini hayvanlarını kaybedenlere, hayvanlara gösterilen destek ve merhamet, yapılan yardımlaşma benim umudumu daha da arttırdı…

Sevgide, iyilikte birleşti insanlar… Doğayı kurtarmak, korumak için savaş verdiler, hala da veriyorlar…

İşte bu sevgi, iyilik ve birlik de dünyayı daha iyiye götürecek olan anahtarlar zaten… Onu koruyacak, şifalandıracak ve daha da iyi, mutlu bir yer haline getirecek anahtarlar…

O günlere inanalım. El birliğiyle o günleri yaratalım…

Sevgiyle,

İpek Cihan Bilgin




İpek Cihan Bilgin’in web sitesi:


http://www.duygusalarinma.com
http://icbakademi.com/


Blogtaki tüm yazıların yayın hakları saklıdır



(c) copyright İpek Cihan Bilgin