26 Eylül 2023 Salı

Şimdi değilse ne zaman?

 




90’lı yıllarda Kadıköy’deki Salı Pazarı’nın olduğu yerde Pazar günleri Rus Pazarı kurulurdu… Rusya’dan o yıllarda, hatta çok daha eskilerde Türkiye’ye göçen kişilerin sattığı antika eşyalar, her türlü alet edevat, dürbün, fotoğraf makinesi, fincan, çatal bıçak takımları, porselen tabaklar satılırdı Rus Pazarı’nda… Antika eşya seviyorsanız antika cenneti gibi bir yerdi Kadıköy için…

Ben de fırsat buldukça gider adeta sanat sergisi gezer gibi gezerdim pazarı…

İşte o gezilerimin birinde oradan çok zarif 6 tane porselen fincan almıştım. Neredeyse şeffaf gibi ince ve zarif olan bu beyaz fincanları görür görmez güzelliklerine hayran kalmıştım. Adeta bir Rus sarayından bu pazara transfer olmuşlardı…

O yıllarda hobi olarak porselen boyama kursuna gidiyor, tabak, bardak, fincanların üzerine resimler çizmeyi öğreniyordum… Çizdiğimiz eşyaları sonra fırınlıyor ve resimleri sabitliyorduk. Ortaya özgün, güzel tasarımlar çıkıyordu…

Rus Pazarı’ndan aldığım bu fincanlar da işte tam bu sıralardaydı ve onları da mavi çiçek motifleriyle süsleyip hayalimde görüntülediğim desenlerle, mavi beyaz porselenler haline getiriverdim…

Bu porselen takım o tarihten beri, tam 27 yıl evimdeki bir rafı güzelliğiyle süsledi…

İnsan her gün farklı ruh haliyle kalkabiliyor biliyorsunuz, bazen keyifli, bazen sakin, bazen keyifsiz, bazen çok neşeli…

Ben de bugün erken, huzurlu ve keyifli kalktım…

Sabah kahvemi de bahçe- balkonumuzda içeyim dedim… Gidip fincan rafından fincan alacakken birden aklıma bu fincanlar geliverdi… Düşündüm o an ve bir karar verdim… Dedim: "Daha kaç yıl rafı süsleyecek? Ölsem bir fincan çay içemeden ölmüş olacağım…O kadar emek verdim, aldım, süsledim… Severek, hayranlıkla yerleştirdim rafa… E, peki şimdi içmezsem ne zaman içeceğim?
Şimdi değilse ne zaman?"

Sonra gidip aldım fincanlardan birini raftan, belki toz olmuştur tekrar diye yıkadım güzelce veee sabah kahvemi doldurdum içine…

Ahh nasıl mutlu oldum size anlatamam…

İçmeden önce, kahve fincanıyla kadeh kaldırdım… Hayata… Güzelliklere… Basit küçük mutluluklara… Kendime… Sağlığa (çünkü onu içebiliyorum sağlıkla şükür.) Dostluğa, beni ziyarete gelen aile üyelerim, dostlarımla birlikte o fincanlarda kahve, çay içip keyifli geçireceğimiz zamanlara… Balkondan görünen denize…
Keyifli anlara… Kendi değerini bilmeye… Kendini iyi şeylere, güzel anlara layık bulmaya…
Hatta mavi gökyüzüne bile…

Sonra oturdum bu satırları yazdım… İstedim ki hep beraber hatırlayalım… Kenara koyup kullanmayı unuttuğumuz güzellikleri… Bir gün giderim deyip gitmediğimiz yerleri… Atmayı düşünüp atmadığımız adımları… Harekete geçmeyi düşünüp yapmayı ertelediklerimizi… Hep birlikte hatırlayalım…
Ve harekete geçelim… Adım atalım…
Kalbimizde saklı tuttuklarımızı, dileklerimizi, ertelediklerimizi gerçekleştirelim…
Ne dersiniz? 


İpek Cihan Bilgin
26 Eylül 2023 

 

 

 


29 Mayıs 2023 Pazartesi

Seçim sonrası duygularımızı fark etmek...

 


Ülkemizde bir seçim geçirdik.

Seçim sonuçlarına baktığımızda görülüyor ki ülkenin hemen hemen yarısı bir adaya, öbür yarısı da diğer adaya oy vermiş. Ve seçimi bir kişi kazandığı için de haliyle şu anda ülkenin bir yarısı sevinçli, bir yarısı üzgün durumda…

Ben insanların olumsuz duygularından arınmalarına, üzüntü, öfke gibi duygulardan kurtulup daha mutlu yaşam sürmelerine destek veren, yardım eden bir iş yaptığım için, ayrıca yaşam felsefem ve yaşam amacım da yine bu doğrultuda olduğu için şimdi o üzgün ve hayal kırıklığına uğramış grup için birkaç şey söylemek istiyorum… Umarım sözlerim size iyi gelir, üzüntü veya hayal kırıklığınızı hafifletir…

Hayatta şahsi olarak pek çok ailevi acılar, ölüm ve kayıplar yaşamış ya da tanık olmuş biri olarak hem deneyimle, hem de 30 yıllık eğitim ve bilgi birikimimle şunu söyleyebilirim ki hiçbir üzüntü, acı ya da öfke kalıcı değil…

Hayat bir akış ve değişim demek ve bu akışın içinde sürekli her şey değişiyor ve bu olumsuz duygular da geçip gidiyor… Bir olumsuz duyguya girdiğimizde bu duygunun içinde oturmak ve bununla hayatın gidişatını ve sahip olduğumuz diğer güzelliklerini bozmak yerine o duygunun geçmesine, akıp gitmesine izin vermek, hatta geçmesine yardımcı olacak, insana iyi gelen şeylerle ilgilenmek daha doğru…

Ben siyasetten anlamam… Yani ilgi alanım değil. Ama ülkemi severim ve iyiliğini isterim… Üstüme düşen neyse de yaparım vatandaş olarak… Ayrıca duygulardan da anlarım… Olumsuz duygular içinde oturmanın da ne insanın kendi hayatına ne de ülkesine faydası olmayacağını iyi biliyorum…

Yani öfke ve hayal kırıklığı, umutsuzluk, çaresizlik, kırgınlık, acı, üzüntü gibi duyguların da ne hayatınıza ne de ülkeye faydası olmayacağını biliyorum… Bunların hissedilmesini de anlıyorum, son derece insanca bu duygular… Ama bu duygular orada durdukça insanın tüm sistemini, ruh ve beden sağlığını, aileyle, çevreyle ilişkilerini olumsuz etkileyecek, hayatın diğer alanlarına yansıyıp bozacaktır…

O nedenle önerim; duygularınızı fark edin ama onların esiri olmayın… Onların hafifleyip geçip gitmesi için kendinizi iyi hissettirecek şeylere odaklanın… Neyi yapmaktan keyif alıyorsanız, ne size sevgi iyilik hissettiriyorsa onlarla ilgilenin…

Olumsuzluğa düşürecek, bu duygularınızı katlayacak haber, insan, söylem ve konuşmalardan da uzak durun derim…

Önce toparlanın, enerjinizi yükseltin… Sonra önünüze bakın… Hayat devam ediyor… Hiçbir seçim son değil… İdareler, yönetimler gelir geçer… Değişir… Hayat mucizelerle, sonsuz potansiyellerle doludur her zaman…

Önemli olan iyilik için çalışmak… Hem kendin, hem ülken, hem dünya için çabalamaya devam etmek…

Sevgiye, iyiliğe, mutluluğa inanmaya devam etmek… Çalışmaya devam etmek… İnandığın yolda ışığını yükselterek çalışmaya devam etmek…
Işık gerçekten yükseldiğinde, sevgi gerçekten yayıldığında zaten her şey tüm dünya için farklı olacak…

Şimdi işte bunu hatırlayarak toparlanıp maneviyata, ruhunuzu yükseltecek iyi şeylere, sevgiye odaklanın...

Siz ne kadar iyi olursanız, enerjiniz ne kadar yüksek olursa ülke de, dünya da o kadar daha iyi ve mutlu bir yer olacaktır emin olun…

Herkese sevgi, iyilik dolu, aydınlık zamanlar dilerim…
Sevgiyle,
İpek Cihan Bilgin
29.05.2023

3 Kasım 2022 Perşembe

Toka...

 


Acı konuşacağım ama bugün de böyle… Benim söyleyeceklerim eminim küçük bir çocuğun açlığından daha acı olmayacak…

Okulda arkadaşına “Sana en sevdiğim tokamı vereyim bana yemeğini verir misin?” diyen çocuğu eminim okumuşsunuzdur. Çocuk okula beslenme götüremiyor ve aç, arkadaşından yemek istiyor… Okuduğumda boğazım düğümlendi, gözlerime yaşlar doldu… Böyle bir durumdan daha acı değil başka şeyler yani…

Sosyal medyada ayrıca her gün öğretmenlerin, yanında yemek getiremeyen çocukları fark edip bunun için bireysel olarak gösterdikleri çabaları kendi yazılarından okuyoruz… Küçücük çocukların aç olması ne demek…

Bana terapiye gelenlerden milyonlar kazanan, geliri çok yüksek insanların bazılarının hiç kimseye, kuruluşa, ihtiyaç sahiplerine, derneklere yardım yapmadıklarına bizzat tanık oldum… (Yardım edenlere de tanık oldum elbet, sözüm onlara değil, beni üzen imkanı olduğu halde yapmayan, düşünmeyenler.) Üç kuruş maaşla çalışıp yardım yapanlara da ayrıca tanık oldum…

Ama genel olarak gördüğüm, gerçekten yardımlaşma bilincinin daha fazla yayılması gerektiği…

Buna bireysel olarak odaklanırsak eminim bu bilinç yayılacaktır… Bu dönemde paylaşmaya, yardımlaşmaya daha çok ihtiyacımız var…

Hepimiz kendimize “Ben bu duruma çözüm olmak için ne yapabilirim? Ben neleri paylaşabilirim?” gibi sorular sorarsak ve paylaşım niyetine, bu bilince odaklanırsak eminim devamı gelecektir… İyiliğe niyetlenmek bile iyiliğe katkıda bulunur…

Bugün bir şekilde hatırlatıcı olur umarım sözlerim… Niyetim kimseyi kırmak değil, çocukların karnının doyması gibi basit bir istek ve dilek sadece…

Sevgiyle,

İpek Cihan Bilgin
3.11.2022

31 Ağustos 2022 Çarşamba

Yeryüzünde uygarlığa dair ilk işaret - İnsanlıkla ilgili ilginç bir yazı...


 

Dr. Ira Byock’ın, antropolog (insanbilimci) Margaret Mead ve öğrencisi arasında geçen bir konuşmayı anlattığı bu yazıyı okuduğumda çok etkileyici buldum ve çevirip sizlerle paylaşmak istedim. 

“Yıllar önce antropolog Margaret Mead’e bir öğrencisi tarafından,  antik bir kültürde uygarlığın ilk işaretinin ne olduğu sorulur.




Öğrencisi Mead’in, balık oltaları, çanak çömlekten kaplar veya yontulmuş taşlardan bahsedeceğini düşünür.

Oysa öyle olmaz. Mead antik bir kültürde ilk uygarlık işaretinin kırılmış ve tekrar iyileşmiş bir uyluk kemiği olduğunu açıklar.

Hayvanlar aleminde herhangi bir hayvanın bir kemiği kırıldığında bunun ölümle sonuçlandığını söyler .

Kırık kemikle tehlikeden kaçamazsın, gidip nehirden su içemezsin veya yiyecek için avlanamazsın. Artık yırtıcı hayvanlar için sadece et haline gelirsin. Hiçbir hayvan kırılan kemiği iyileşene kadar hayatta kalamaz.

İyileşmiş bir kırık uyluk kemiği,  bir başka kişinin düşmüş ve yaralanmış kişiyle zaman geçirdiğinin, yarayı sardığının, onu güvenli bir yere taşıdığının ve iyileşene kadar onunla kaldığının kanıtıdır.

Margaret Mead öğrencisine cevap olarak, uygarlığın zor durumda birine yardım etmekle başladığını söyler.

Bizler başkalarına hizmet ettiğimizde, en iyi halimizde oluruz.”

‘Uygarlığın başladığı nokta, başkalarına yardım etmek, hizmet etmektir.’ diyen antropolog Margaret Mead ve bu konuyu dile getiren Dr. Ira Byock bugün bize bu güzel hatırlatma ile ışık tutuyor bence…

Bizler başkalarına yardım ettiğimizde, bunu saf bir kalple, iyi niyetle yaptığımızda, bu iyilik hem o kişiye hem de bize mutluluk getirir… Evrenden bize iyilik olarak geri döner… Hayatımıza iyilik, mutluluk katar.

Uygarlığın başlangıç noktası olan iyilik ve yardım, dünyanın hala dönüyor olmasını, uygarlıkların hala sürüyor olmasını da sağlayan ana faktördür işte…

Ve bizlerin, dünyada daha mutlu yaşamamızı, birlikte el ele daha iyi bir hayat yaratmamızı sağlayan ana faktör… 

Sevgiyle,

İpek Cihan Bilgin

31.08.2022

 



İpek Cihan Bilgin’in web sitesi:


http://www.duygusalarinma.com


Blogtaki tüm yazıların yayın hakları saklıdır


(c) copyright İpek Cihan Bilgin