İkili
ilişkilerde, kişi biriyle beraberken, (bu ister evlilik bağıyla olsun, ister
sevgili olarak) karşısındaki kişiyi yaşamının merkezine oturttuğunda, yaşamında
var olan diğer tüm öğeleri (kendisi, aile bireyleri, arkadaşları, işi gibi)
ikinci plana attığında, yaşamındaki dengeyi fark etmeden bozar…
Bu denge bozukluğu
öncelikle kişinin kendi yaşamına, sonra da ilişkisine yansır…
Karşıdaki
kişiyi yaşamın merkezine koymak genellikle, cinsel çekimin, insanca arzuların
ve hormonların etkisinin yanı sıra, birlikte yaşanan tüm güzel duyguların,
aşkın, kişinin yaşamındaki tüm diğer öğelerin o sırada ona verdiği
duygularından daha ağır basmasından kaynaklanır.
Birliktelik
yaşanan kişinin hayatın içinde birden çok önemli olması, Harvard Üniversitesi’ne
ait araştırma sonuçlarında da bahsi geçtiği gibi, beyindeki haz merkezlerinin
uyarılması ve tetiklenmesiyle salgılanan mutluluk hormonları serotonin, dopamin
ve oksitosinin kişiyi çok mutlu etmesi, haz duygusunu dolu dolu hissetmesiyle
de ilgilidir. İnsanlar bu hormonal salgılanma ile ortaya çıkan mutluluk
duygusuna bir süre sonra adeta bağımlı olurlar ve o duyguyu da o kişi sayesinde
hissettiklerini düşündükleri için, bilinç altında o kişiyi hayatlarında en
önemli yere koyuverirler.
Tabi insanların
toplumsal yetiştirilme şartları, bilinç altına ekilen tohumlar ve kodlamalar da
ayrıca etkili olur. Özellikle kadınlar için bu daha büyük etken diyebiliriz. Bazı
prens- prenses masallarında beyaz atlı prensin beklenmesi ve gelmesi ile
prensesin mutlu sona ulaşması kadınlara daha çocukluk yıllarından bir erkeği
yaşamda çok önemli bir yere koyma kodlamalarını eker. (Ben masallar kötü
demiyorum, tam tersine çok severim ve hayal gücünü geliştirmek için önemli
olduğunu düşünüyorum, sadece bazı prens, prenses masallarının bir şekilde
ilişkileri daha küçüklükten şekillendirdiğini söylüyorum.)
İşte sebepler
ne olursa olsun, yine de bu, yaşamdaki dengelerin bozulmasına ve de bunun
sonucunda, bir şekilde kişinin mutsuz olmasına yol açar…
Karşıdaki
kişiyi merkeze koyduğunuzda, önceliği ona verdiğinizde, yaşamınızdaki en önemli
şey o olduğunda, enerjinizi diğer öğelerden çekmeye başlarsınız.
Kişinin
kendisini, karşısındaki kişiden daha az önemsemesi bile bir ilişki için son
derece sağlıksız bir durumdur.
Zihindeki
öncelikli düşünce, ilişkideki kişi olur. En çok onu düşünür, en çok onunla
vakit geçirmeyi istemeye başlar, mutluluğu da mutsuzluğu da ona endekslersiniz.
Bu aynı zamanda da karşı taraftan da birçok beklentiyi getirir beraberinde.
İlişkilerin ilk
başlarında kişinin ilişkide olduğu kişiyle çok vakit geçirmek istemesi, onu
düşünmesi, güzel heyecanlar hissetmesi elbette normaldir. Benim bu yazıda
anlattığım, bunun ötesinde, karşıdaki kişiyi her şeyde en önceye koyarak, zaman
ve enerji açısından her şeyi ona yönlendirerek, onu yaşamda merkeze oturtarak
dengelerin bozulup sağlıksız ve mutsuz bir ilişki ve ilişkiler oluşturmak…
Eminim bu
yazımı okuyan pek çok kişi yaşamında ya bunu yapmıştır, ya da yapan bir
arkadaşını tanıyordur ve bunun sonucunda da çekilen acıları biliyordur.
Ben bu yazıyı,
“Bu tür davranışları nasıl yapmayız?”, “Nasıl bu duruma girmeyiz?”i anlatmak için yazıyorum. Bir yanlışı fark edersek,
onun üzerine yükselebiliriz. Davranış modelimizi değiştirebilir ve mutluluğu
yaşayabiliriz. Kişisel gelişim de işte bunun için var…
Bir ilişkiye
başladığınızda, biraz önce yazdıklarımı bilirseniz, bu sizin karşınızdaki kişi
ile ilgili olarak, kendinizi ve duygularınızı da anlamanızı sağlar. Kişinin
kendisini bilmesi, bilinçli olması, her ilişkide, yaşamın her noktasında çok,
çok, çok önemlidir… (bir sürü kez çok yazdım farkındayım : ) çünkü gerçekten
önemli : )
Siz kendinizle,
duygularınızla ilgili bilinçli olduğunuzda, bir ilişki içindeyken de kendi
davranışlarınızı gözlemleyebilir, ne yaptığınızı, ne hissettiğinizi, iyi
görebilir, fark edebilirsiniz.
Bilinçli
olmakla birlikte, ayrıca, davranışlarınızla ilgili seçimlere sahip olduğunuzu
da hatırlayın…
Yani davranış
modelinizde de her an seçimle karşı karşıyasınız.
Birini günde 24
saat düşünüyorsanız, “ne yapıyor, aradı, aramadı, nerelerde acaba?” diye
sürekli zihninizde tutuyorsanız, bilin ki işte o kişiyi merkeze oturtmaya
başladınız. İlk yapmanız gereken bunu yaptığınızı fark etmek… Bu, o kişiyi
düşünme hali, mutluluk veriyorsa ve dengesiz bir şekilde sürekli değilse sorun
yoktur. Ama süre uzuyor ve her şeyin önüne geçiyorsa kırmızı ışık, uyarı
işareti demektir. Fark edin ve uyanın konuda. Ondan sonrasında da kafanızı
başka şeylere vermeye başlayın. Değişik güzel şeylerle zihninizi dağıtın,
farklı konulara odaklanın.
Karşıdaki
kişiyi hayatın merkezine oturtmakla ilgili uyanık olur, bilinçli olur, bu
duruma düştüğünüzü fark ederseniz eğer, girmezsiniz de. Yani en başında fark
edin ve düzeltin…
Eğer bunu
çoktan yaptıysanız da yine de geç değil. Şunu daima hatırlayın ki siz öncelikle
kendinizi sevmelisiniz. Ve sevmek kendine değer vermek demektir. (Kendini seven
zaten başkalarını da sever, bu bencillik demek değildir.)
Karşıdaki
kişiyi merkeze koymak ile ilgili pek çok davranış modeli örneği verilebilir.
Örneğin başka bir arkadaşınızla plan yapmışsınızdır, sevgiliniz arar ve
birlikte plan yapmayı teklif eder, diğer planları hiç düşünmeden iptal eder,
planı değiştirirsiniz. Ya da yorgunsunuzdur, dışarı çıkmak istemiyorsunuzdur,
yine aynı şekilde, kendinizi ve yorgunluğunuzu hiçe sayarak onunla dışarı
çıkarsınız sırf o istiyor diye…
Karşınızdaki
kişi için istemediğiniz halde bir şeyler yapmak, kendi isteklerinizi ve
kendinizi göz ardı etmek, yaşamdaki diğer insanlara, arkadaşlarınıza, ailenize
ayırdığınız vakitten alarak ona yönlendirmek, kendinizden fedakarlıklar yapmak,
ödün vermek… İşe yeterince odaklanmamak, çalışmaya ayrılacak zamandan bile ona
vermek… Spor yapılıyorsa, başka birtakım hobiler varsa, onları göz ardı ederek,
o zamanlardan da alıp yine o kişiye vermek…
Yani yaşamdaki
tüm öncelikleri ona adamak…
İşte dengeleri
bozacak ve yaşamda sonunda mutsuzluk getirecek davranış modelleri…
Tabi bir de
biraz önce söylediğim gibi, bunların karşılığında, o kişiden de bunun
karşılığını beklemek… Beklentiler… Ki beklenti de sevgi içermez, yoğun,
gereksiz beklentiler hayal kırıklığı getirir.
Hepsi, tüm bu
saydıklarım mutsuzluğa davetyelerdir. Hem kendinizi, hem de aslında karşı
tarafı mutsuz edecektir. Karşıdaki kişiyi çok fazla odağa almak, merkeze
koymak, onun için yapılan tüm fazla şeyler, aslında sevgi gibi görünse de
aslında hiç ilgisi yoktur… Ve sonuçta da karşı tarafı da boğar, sıkar…
Tüm bunlar
yerine, kişi yaşamının merkezine kendisini, öz varlığını koyarsa, yaşamının
diğer yerlerindeki öğeleri de, ailesini, arkadaşlarını, işini, hobilerini ve
sevgilisini / eşini yerli yerine dengeli bir şekilde koyarsa… Hepsine gereken
değeri, önemi, özeni verirse, zamanlamaları da doğru ve dengeli şekilde
dağıtırsa… Yaşamı dengeli, güzel, bilinçli ve de çok daha güzel bir yaşam
olabilecektir…
Boğulmayan
sevgili/ eş ile de işler çok daha güzel yürüyecek, ilişki çok daha sağlıklı ve
mutlu bir ilişki şeklinde sürebilecektir.
Çalışmalarıma
gelen, ilişkiler üzerine çalıştığımız danışanlarıma öncelikle hatırlattığım
daima ilişkilerde anahtarın sevgi olduğudur. Bugün size de bunu hatırlatmak
istiyorum.
Siz öncelikle
kendinizi sever, değer verirseniz, diğer her şeyi de yaşamda dengeli bir
şekilde yerleştirebilirsiniz.
Bunu hatırlayın
ve yaşamınızdaki ilişkileri, sevginin ve bilinçli olmanın getirdiği doğrular,
güzellikler üzerine kurun ki ilişkileriniz mutluluk, neşe, sevgi ve
güzelliklerle dolu, dopdolu olsun…
Hayat bir
mutluluk şarkısı olarak, size mutluluktan kanat çırptırarak sürüp gitsin…
Sevgiyle,
İpek Cihan
Bilgin
İpek Cihan Bilgin’in web sitesi:
Blogtaki tüm yazıların yayın hakları saklıdır
(c) copyright İpek Cihan Bilg