29 Nisan 2019 Pazartesi

Sevgilinizi hayatınızın neresine koyuyorsunuz?









İkili ilişkilerde, kişi biriyle beraberken, (bu ister evlilik bağıyla olsun, ister sevgili olarak) karşısındaki kişiyi yaşamının merkezine oturttuğunda, yaşamında var olan diğer tüm öğeleri (kendisi, aile bireyleri, arkadaşları, işi gibi) ikinci plana attığında, yaşamındaki dengeyi fark etmeden bozar…

Bu denge bozukluğu öncelikle kişinin kendi yaşamına, sonra da ilişkisine yansır…

Karşıdaki kişiyi yaşamın merkezine koymak genellikle, cinsel çekimin, insanca arzuların ve hormonların etkisinin yanı sıra, birlikte yaşanan tüm güzel duyguların, aşkın, kişinin yaşamındaki tüm diğer öğelerin o sırada ona verdiği duygularından daha ağır basmasından kaynaklanır.

Birliktelik yaşanan kişinin hayatın içinde birden çok önemli olması, Harvard Üniversitesi’ne ait araştırma sonuçlarında da bahsi geçtiği gibi, beyindeki haz merkezlerinin uyarılması ve tetiklenmesiyle salgılanan mutluluk hormonları serotonin, dopamin ve oksitosinin kişiyi çok mutlu etmesi, haz duygusunu dolu dolu hissetmesiyle de ilgilidir. İnsanlar bu hormonal salgılanma ile ortaya çıkan mutluluk duygusuna bir süre sonra adeta bağımlı olurlar ve o duyguyu da o kişi sayesinde hissettiklerini düşündükleri için, bilinç altında o kişiyi hayatlarında en önemli yere koyuverirler.

Tabi insanların toplumsal yetiştirilme şartları, bilinç altına ekilen tohumlar ve kodlamalar da ayrıca etkili olur. Özellikle kadınlar için bu daha büyük etken diyebiliriz. Bazı prens- prenses masallarında beyaz atlı prensin beklenmesi ve gelmesi ile prensesin mutlu sona ulaşması kadınlara daha çocukluk yıllarından bir erkeği yaşamda çok önemli bir yere koyma kodlamalarını eker. (Ben masallar kötü demiyorum, tam tersine çok severim ve hayal gücünü geliştirmek için önemli olduğunu düşünüyorum, sadece bazı prens, prenses masallarının bir şekilde ilişkileri daha küçüklükten şekillendirdiğini söylüyorum.)

İşte sebepler ne olursa olsun, yine de bu, yaşamdaki dengelerin bozulmasına ve de bunun sonucunda, bir şekilde kişinin mutsuz olmasına yol açar…

Karşıdaki kişiyi merkeze koyduğunuzda, önceliği ona verdiğinizde, yaşamınızdaki en önemli şey o olduğunda, enerjinizi diğer öğelerden çekmeye başlarsınız.

Kişinin kendisini, karşısındaki kişiden daha az önemsemesi bile bir ilişki için son derece sağlıksız bir durumdur.

Zihindeki öncelikli düşünce, ilişkideki kişi olur. En çok onu düşünür, en çok onunla vakit geçirmeyi istemeye başlar, mutluluğu da mutsuzluğu da ona endekslersiniz. Bu aynı zamanda da karşı taraftan da birçok beklentiyi getirir beraberinde.

İlişkilerin ilk başlarında kişinin ilişkide olduğu kişiyle çok vakit geçirmek istemesi, onu düşünmesi, güzel heyecanlar hissetmesi elbette normaldir. Benim bu yazıda anlattığım, bunun ötesinde, karşıdaki kişiyi her şeyde en önceye koyarak, zaman ve enerji açısından her şeyi ona yönlendirerek, onu yaşamda merkeze oturtarak dengelerin bozulup sağlıksız ve mutsuz bir ilişki ve ilişkiler oluşturmak…

Eminim bu yazımı okuyan pek çok kişi yaşamında ya bunu yapmıştır, ya da yapan bir arkadaşını tanıyordur ve bunun sonucunda da çekilen acıları biliyordur.

Ben bu yazıyı, “Bu tür davranışları nasıl yapmayız?”, “Nasıl bu duruma girmeyiz?”i anlatmak  için yazıyorum. Bir yanlışı fark edersek, onun üzerine yükselebiliriz. Davranış modelimizi değiştirebilir ve mutluluğu yaşayabiliriz. Kişisel gelişim de işte bunun için var…

Bir ilişkiye başladığınızda, biraz önce yazdıklarımı bilirseniz, bu sizin karşınızdaki kişi ile ilgili olarak, kendinizi ve duygularınızı da anlamanızı sağlar. Kişinin kendisini bilmesi, bilinçli olması, her ilişkide, yaşamın her noktasında çok, çok, çok önemlidir… (bir sürü kez çok yazdım farkındayım : ) çünkü gerçekten önemli : )

Siz kendinizle, duygularınızla ilgili bilinçli olduğunuzda, bir ilişki içindeyken de kendi davranışlarınızı gözlemleyebilir, ne yaptığınızı, ne hissettiğinizi, iyi görebilir, fark edebilirsiniz. 

Bilinçli olmakla birlikte, ayrıca, davranışlarınızla ilgili seçimlere sahip olduğunuzu da hatırlayın…  

Yani davranış modelinizde de her an seçimle karşı karşıyasınız.

Birini günde 24 saat düşünüyorsanız, “ne yapıyor, aradı, aramadı, nerelerde acaba?” diye sürekli zihninizde tutuyorsanız, bilin ki işte o kişiyi merkeze oturtmaya başladınız. İlk yapmanız gereken bunu yaptığınızı fark etmek… Bu, o kişiyi düşünme hali, mutluluk veriyorsa ve dengesiz bir şekilde sürekli değilse sorun yoktur. Ama süre uzuyor ve her şeyin önüne geçiyorsa kırmızı ışık, uyarı işareti demektir. Fark edin ve uyanın konuda. Ondan sonrasında da kafanızı başka şeylere vermeye başlayın. Değişik güzel şeylerle zihninizi dağıtın, farklı konulara odaklanın. 

Karşıdaki kişiyi hayatın merkezine oturtmakla ilgili uyanık olur, bilinçli olur, bu duruma düştüğünüzü fark ederseniz eğer, girmezsiniz de. Yani en başında fark edin ve düzeltin…

Eğer bunu çoktan yaptıysanız da yine de geç değil. Şunu daima hatırlayın ki siz öncelikle kendinizi sevmelisiniz. Ve sevmek kendine değer vermek demektir. (Kendini seven zaten başkalarını da sever, bu bencillik demek değildir.)

Karşıdaki kişiyi merkeze koymak ile ilgili pek çok davranış modeli örneği verilebilir. Örneğin başka bir arkadaşınızla plan yapmışsınızdır, sevgiliniz arar ve birlikte plan yapmayı teklif eder, diğer planları hiç düşünmeden iptal eder, planı değiştirirsiniz. Ya da yorgunsunuzdur, dışarı çıkmak istemiyorsunuzdur, yine aynı şekilde, kendinizi ve yorgunluğunuzu hiçe sayarak onunla dışarı çıkarsınız sırf o istiyor diye…

Karşınızdaki kişi için istemediğiniz halde bir şeyler yapmak, kendi isteklerinizi ve kendinizi göz ardı etmek, yaşamdaki diğer insanlara, arkadaşlarınıza, ailenize ayırdığınız vakitten alarak ona yönlendirmek, kendinizden fedakarlıklar yapmak, ödün vermek… İşe yeterince odaklanmamak, çalışmaya ayrılacak zamandan bile ona vermek… Spor yapılıyorsa, başka birtakım hobiler varsa, onları göz ardı ederek, o zamanlardan da alıp yine o kişiye vermek…

Yani yaşamdaki tüm öncelikleri ona adamak…

İşte dengeleri bozacak ve yaşamda sonunda mutsuzluk getirecek davranış modelleri…

Tabi bir de biraz önce söylediğim gibi, bunların karşılığında, o kişiden de bunun karşılığını beklemek… Beklentiler… Ki beklenti de sevgi içermez, yoğun, gereksiz beklentiler hayal kırıklığı getirir.

Hepsi, tüm bu saydıklarım mutsuzluğa davetyelerdir. Hem kendinizi, hem de aslında karşı tarafı mutsuz edecektir. Karşıdaki kişiyi çok fazla odağa almak, merkeze koymak, onun için yapılan tüm fazla şeyler, aslında sevgi gibi görünse de aslında hiç ilgisi yoktur… Ve sonuçta da karşı tarafı da boğar, sıkar… 




Tüm bunlar yerine, kişi yaşamının merkezine kendisini, öz varlığını koyarsa, yaşamının diğer yerlerindeki öğeleri de, ailesini, arkadaşlarını, işini, hobilerini ve sevgilisini / eşini yerli yerine dengeli bir şekilde koyarsa… Hepsine gereken değeri, önemi, özeni verirse, zamanlamaları da doğru ve dengeli şekilde dağıtırsa… Yaşamı dengeli, güzel, bilinçli ve de çok daha güzel bir yaşam olabilecektir…

Boğulmayan sevgili/ eş ile de işler çok daha güzel yürüyecek, ilişki çok daha sağlıklı ve mutlu bir ilişki şeklinde sürebilecektir.

Çalışmalarıma gelen, ilişkiler üzerine çalıştığımız danışanlarıma öncelikle hatırlattığım daima ilişkilerde anahtarın sevgi olduğudur. Bugün size de bunu hatırlatmak istiyorum.

Siz öncelikle kendinizi sever, değer verirseniz, diğer her şeyi de yaşamda dengeli bir şekilde yerleştirebilirsiniz.

Bunu hatırlayın ve yaşamınızdaki ilişkileri, sevginin ve bilinçli olmanın getirdiği doğrular, güzellikler üzerine kurun ki ilişkileriniz mutluluk, neşe, sevgi ve güzelliklerle dolu, dopdolu olsun…

Hayat bir mutluluk şarkısı olarak, size mutluluktan kanat çırptırarak sürüp gitsin…


Sevgiyle,

İpek Cihan Bilgin








İpek Cihan Bilgin’in web sitesi:







Blogtaki tüm yazıların yayın hakları saklıdır

(c) copyright İpek Cihan Bilg






11 Nisan 2019 Perşembe

Bilimde çığır açan gelişme: Bir karadeliğin fotoğrafı çekildi






10.04.2019

Bugün heyecan verici ve çığır açan bir bilim olayını bilim insanları duyurdular.
İlk defa olarak, uzaydaki bir kara deliğin fotoğrafı, dünyanın çeşitli yerlerine yerleştirilmiş 8 teleskopun verileri toplanarak yayınlandı.

Fotoğrafı çekilen kara delik, 55 milyon ışık yılı uzaktaki (insan düşününce algılayamıyor mesafeyi sanırım 😊) Messier 87 galaksisinde bulunuyor...
Kara delikler uzayın en bilinmez noktaları olarak nitelendirilmekte. Kara delik, astrofizikte, çekim alanı her türlü maddesel oluşumun ve ışınımın kendisinden kaçmasına izin vermeyecek derecede güçlü olan, kütlesi büyük bir kozmik cisim. 
Ayrıca zamanın kara deliklerin içinde akmadığı ya da yavaş aktığı tahmin ediliyor... Hala tam olarak çözülemeyen karadeliklerle ilgili bugünkü gelişme, yani fotoğrafının çekilebilmesi de o nedenle çığır açıcı olarak değerlendiriliyor. 
Karadelikle ilgili dünyanın çeşitli yerlerinden katılan pek çok bilim insanının ekibinde benim de okulum olan Üsküdar Amerikan Lisesi mezunu profesör bir bilim insanı da var... Prof Feryal Özel...Bu da ayrıca gurur verici hepimiz için... 
Bilinmez, sonsuz ve sınırsız uzayla ilgili her gelişme her adım, Neil Armstrong’un da dediği gibi “İnsanlık için büyük bir adım” aslında ve bugünkü adım da işte öyle...

Ve dilerim daha nice güzel adımlar atılır, ait olduğumuz bu güzel evrene ve belki de evrenlere dair güzel keşifler yapılır... 


Sevgiyle,

İpek Cihan Bilgin
İpek Cihan Bilgin

5 Nisan 2019 Cuma

38. Uluslararası İstanbul Film Festivali başlıyor... Sanat ruhu yükseltir...





Sanat ve kültür yaşamı daha anlamlı kılan, insanın ruhunu yükselten, yaratıcılığını tetikleyen, açan ve yaşama renk ve güzellik katan, kişinin vizyonunu genişleten olmazsa olmaz iki unsur. Sanatın hangi dalının kişiye daha uygun olduğu değişse de insanı yükselttiği ve iyi geldiği değişmiyor. 

Kişisel olarak gelişmek, ilerlemek, kişinin bakış açısının, vizyonunun genişlemesi için sanat ve kültürle iç içe olmak, okumak, seyretmek, dinlemek, izlemek, dokunmak, hissetmek, mutlaka fayda sağlıyor kişiye... Gelişip, ilerliyor, yükseliyorsunuz sanatın, yaratıcılığın kanatlarında...

Bugün 38.İstanbul Uluslararası Film Festivali başlıyor... İstanbul’da yaşayanlar ve alternatif, farklı bakış açılarıyla yapılmış, sizi farklı dünyalara taşıyabilecek değişik filmler izlemek isteyen, ilgilenenler için tavsiye ederim. Size uyan güzel filmleri izlediğinizde eminim içinizdeki değişimi ve güzelliği hissedeceksiniz...

Dün akşam festivalin açılış galasına davetliydim, gerçekten İKSV güzel bir gece hazırlamış... Türk sinemasına yıllarını vermiş ve festivalde onur ödülleri verilen Göksel Arsoy ve Selda Alkor gibi iki değerli oyuncuyu tekrar görmek, ünlü yönetmen Şerif Gören’in sinema için söylediği harika tanımlamalara tanık olmak mutluluk vericiydi... 



Şerif Gören’in konuşmasından sinemayı tarif ettiği bölümü de burada sizlerle paylaşmak istiyorum... 


Dün gece ayrıca yönetmen Alexis Michalik’in 2018 yapımı Edmond isimli filmini izledik. İKSV gala için harika film seçmiş. Fırsatınız olursa gidip mutlaka görün. Sıkıcı Fransız filmi zannedenler çok yanılacaktır.😊 




Defalarca filmi de çekilen, 20.000 kere sahnelenen "Cyrano de Bergerac" adlı tiyatro oyununun yazarı Edmond Rostand’ın o tiyatro eserini nasıl yazdığının neşeli bir öyküsü film... 

Ayrıca başarısız bir tiyatro yazarıyken, Edmond Rostand’ın o eseri nasıl bu kadar ünlü olmaya taşıdığının, tam bir başarının öyküsü...Eminim film sizi hem eğlendirecek hem de ilham verici olacaktır... 

Film festivali kapsamındaki filmleri hem Avrupa hem Asya yakasında olmak üzere 8 sinema salonunda izleyebiliyorsunuz. 

Şimdiden keyifli izlemeler dilerim... 

Sevgiyle, 

İpek Cihan Bilgin