Bir akşam televizyon kanallarında gezinirken, bir kanalda
dünyanın en çok kazanan mankenlerinden biri olan, 24 yaşındaki Kendall Jenner’ın
röportajına rastladım. Tam o sırada şöyle diyordu Kendall: “Dünyada istediğim
her şeyi satın alabilirim, yeni bir Ferrari ya da yeni bir ev, ama istediğim
bir şeyi aldığım zaman bununla ilgili mutluluk sadece birkaç saniye sürüyor.”
Kendall bu genç yaşında mutluluğun, nesnelere sahip olmaktan
çok daha farklı bir şey olduğunu anlamış.
Birlikte çalıştığım ya da çevremdeki kişilerde zaman zaman rastladığım
sorunlardan biri de insanların sahip olmadıkları şeylerin eksikliğini kendilerine
dert etmeleri…
Evet hayal kurmak çok güzeldir. Daha iyi bir hayat istemek.
Daha güzel şeylerin yaşamda var olmasını istemek. Bu çok normal ve olmalıdır da…
Hayatı daha güzele doğru değiştirmek ve iyileştirmek için olmalıdır.
Ama her şeyde olduğu gibi, yaşamda bu konuda da bakış açısı
çok önemli…
Yaşamda sahip olmak istediği şeyler için kişi kendisini
mutsuz ediyorsa… Hayatında sadece olmayanlara odaklanıyorsa. Hayatında var olan
güzellikleri göremiyor, sahip olduklarıyla mutlu olamıyorsa… İşte sıkıntı olan
ve sıkıntıyı yaratan bu bakış açısı…
Yani yeni şeyler elbette isteyelim ama bu isteğimizin
altında, yaşamımızdaki güzellikleri fark etmemek, bu güzellikleri anlayamamak,
bunlar işin şükran duyamamak yatıyorsa… Mutlu olmayı bilmiyorsak… O zaman yeni
iyi şeyler geldiğinde de hep dahasını isteyecek ve onlarla da mutlu olmayacağız
demektir…
Kendall’ın dediği gibi, yeni şeylerin mutluluğu birkaç saniye
sürecektir… Ve kişi gene kendisini o mutsuz duyguya döndürecektir…
Ausey’İn bu konuda çok güzel bir sözü var:
“Mutluluk seninle başlar seninle biter. Ne biriyle, ne
işle, ne yerle ne de maddi değerlerle..."
Ausey’in de dediği gibi işte hayatta mutluluk aslıda sadece
kendi içimizde var olan bir şey… Kişinin kendi içinde, kendisiyle ilgili bir
duygu…
Kişi ya yaşadığı her şeyle mutlu olmayı seçer, ya da ne yaparsa
yapsın, tam olarak mutlu olamaz… Çünkü bu konudaki bakış açısı doğru bakış
açısı değildir.
Çalışmalarıma gelen büyük bir şirketler topluluğunun tek
varisi olan bir kişi depresyon yüzünden evden çıkmıyordu…
Yani hayatında isteyebileceği her şeye sahip olan, üstelik
çok genç bu kişi, mutlu değildi…
Çocukluğu ile ilgili anlattığı şeylerden gördüğüm, aslında
aileden maddi her şeye sahip olduğu ama sevginin yeterince verilmediğiydi…
İşte insanı asıl mutsuz eden sevginin eksikliğidir… Onu da
nesnelerden, işten, maddi değerlerden alamazsınız…
Sevgi içeriden üretilir. Kişi sevgiyi seçer, sevgisini açar…
Öncelikle kendisine… Sonra başkalarıyla karşılıklı akış halinde… Onlara,
çevresine, ağaçlara, kuşlara, hayvanlara, dünyaya… Herkese yayar sevgisini…
İşte o zaman tüm hücreleriyle mutluluğu yakalar…
Bir de şu noktayı eklemeden geçmek istemiyorum. Sosyal
medyayı çok seven biri olduğum halde, bu konuda bir yanlışlığı da dile getirmek
istiyorum.
Kişinin kendi yaşamını, sahip olduklarını başka insanların
yaşamlarıyla karşılaştırmak çok yanlış.
Sosyal medyada paylaşılanlar, güzel görüntüler, güzel hayat
görüntüleri, pek çok kişinin de dile getirdiği gibi öncelikle sanal olabiliyor.
Yani gerçeğin bir kısmını yansıtabiliyor.
O resimlerde yaşananları biz sadece kendi açımızla
değerlendirebiliyoruz. Ama oradaki insanların ne hissettiğini hiç bilmiyoruz.
Tahmin bile edemeyiz o kişinin bedeninde olmadıkça, onun duygularını
hissetmedikçe…
Güzel zannedilen hayatların içinde çok büyük mutluluklar, ya
da derin mutsuzluklar da olabilir.
O nedenle sosyal medyada görünen yaşamlara bakmak ve
değerlendirme yapmak, hele ki kendi yaşamınla karşılaştırmak çok yanlış…
Bunu da neden yazma ihtiyacı hissettim? Çünkü eminim bu
yanlışa düşen pek çok kişi vardır…
Bu konuda söylemek istediklerimi tamamlamadan önce bir de
yaşanmış bir örnek daha vermek istiyorum:
Benim tanıdığım bir kişi anlattı… Onu kuzeni bir gün, akşam
yemeğine çağırıyor…
Bu tanıdığımın maddi durumu normal… Bir şirkette çalışıyor…
Ama kuzeninin maddi durumu çok iyi, bir şirketler grubuna
sahip.
Tanıdığım kuzenine yemeğe gidiyor, bakıyor ki yemekte çocuk
var, kuzeni var ve eşi yok. Yemeğe oturuyorlar, o soruyor yengesinin nerede
olduğunu… Kuzeni şaşırıyor ve dönüp oğluna soruyor… “Oğlum annen nerde?” Çocuk
diyor ki “E baba biliyorsun ya annem İtalya’da!”… Adamın karısının nerede
olduğundan haberi yok. Bu tanıdığım şaşkın tabi…
O akşam dolmuşla eve giderken, havuzlu 4 katlı evde, geniş
bahçe içinde yedikleri yemeği düşünüyor…
O gördüğü önceden çok beğendiği hayatın içindeki kopukluğu,
adamın karısının nerede olduğundan haberi olmadığını, oradaki boşluğu fark
ediyor…
Eve gidiyor, anne ve babasına sarılıyor, onlarla balkonda harika
bir bardak demli çay içiyor… Çayın tadı bambaşka güzel geliyor ona… Mutluluk ve
sevgi, kalbinden tüm yaşamına bir kez daha yayılıyor…
Onun bana bu anlattıkları aslında hayatın içinde neyin
önemli olduğunu çok güzel ifade ediyor...
Yaşam bir sevgi yolculuğu… İçinde sevgi olmazsa, her ne
olursa olsun, mutsuzluk, boşluk demek.
Sevgi varsa, nerede olursanız olun, neye sahip olursanız
olun… Mutluluk, neşe, huzur, güzellik demek…
Ben şimdi bu yazımı tamamladıktan sonra, hayatıma tekrar
bakıp şükredeceğim… İçinde ne kadar çok sevgi olduğunu, güzellikler olduğunu,
huzur ve neşe olduğunu tekrar görerek… Sahip olduğum her şey için şükredeceğim…
Gidip sevdiklerime bir kere daha sarılacağım… Orada
hayatımın içinde oldukları için yeniden sevineceğim…
Güzel bir müzik açıp, çiçeklerimi sulayacağım… Bakalım bugün hangileri renk renk
açmış…
Kedilerimle de oynar, sonra güzel bir yürüyüşe çıkarım deniz
kenarında belki…
Şimdi sizi de yaşamınıza bir bakmaya davet ediyorum… Bakın
sahip olduğunuz güzelliklere… Tek tek bakıp görün onları… Şükredin iyi ki
varlar diye…
Ve içinizdeki mutluluğu da hissedin… Sadece var olmanın
mutluluğunu… Nefes almanın…
Sevmenin, sevilmenin mutluluğunu…
Sonra da gidip daha çok sevin… Kendinizi, başkalarını…
Sevin, sevin ve daha çok mutlu olun….
Sevgiyle,
İpek Cihan Bilgin
İpek Cihan Bilgin’in web sitesi:
http://icbakademi.com/
Blogtaki tüm yazıların yayın hakları saklıdır
(c) copyright İpek Cihan Bilg